25 Nisan 2008 Cuma

Haydaa...

Folklor oynarken verilen komutlardan değil, bildiğimiz "Haydaa..." bu. İşimle ve başka alanlarla ilgili çok konuda büyük yardımları dokunmuş bir uzaktan yakınımızı (Öeh, akrabaya gel..) ziyarete gittim geçen günlerde. Kendisine vefa borcu olduğum çok şeyler vardı ve alemci bir kişi olduğundan sağlam bir viski ve çikolata şekli yaptım yanımda götürerek. Bayağıdır görüşmemiştik ve evde de yoktu gittiğimizde. Ulan diyorum, vitrinlerde bir şeyler eksik, yengede başörtüsü var mıydı falan derken, abimizin bayağı bir dindarlaştığını, içmeyi falan bıraktığını -öyle şeylere artık çok kızdığını- farkettim yengenin ağzından. Abiyi bekleyip, yengeyle muhabbete devam ederken, bir yandan da emanetlerin poşedini kurcalıyorum bacak altımdan. Viskiyi soteliyeyim ki sadece çikolata kalsın ehehe... Yenge çay tazelemeye kalkar kalkmaz hanımın çantaya gömdüm viskiyi. Abi de geldi o arada. Hoş beş derken, "Abi bunu kabul edin, lâyık değil ama ehemehe...". Herneyse, "Allah razı olsun" u kaptım abiden, az daha çuvallayacak olsam da...

11 Nisan 2008 Cuma

Kısa Hikaye

Kaptanın Geğir Defteri, Ay Takvimi 12 Cemaziyelevvel

-Kola iyi gitti di mi Kaptan?

-Gaarrk!..



FIN

6 Nisan 2008 Pazar

Sıra Tabanlı Röportaj

The Guardian'dan alıntıdır;

"Washington Post'ta yayımlanan ve büyük ilgi gören bir röportajın haberi;

'Geçtiğimiz günlerde Türkiye'de bulunan ünlü meşhurlardan Paris Hilton ile röportaj yapmak için Türkiye'de bulunan (Bakın, ülkemizde herkes bulunabiliyor artık) New York Times muhabirlerinin bu talebi reddedilince, elleri boş dönmemek için ünsüz düşünür Otto Van Panelvan ile yaptıkları mini röportaj;

NYT : Merhaba sayın Otto Van Panelvan, öncelikle bizi kırmayıp kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Paris Hilton sizin kadar nazik olamadı ne yazıkki.
Otto : Ne demek efendim, lafı mı olur? Asıl ben teşekkür ederim, kalbiniz kadar temiz gazete sayfalarınızı bana ayırdığınız için. Allah tuttuğunuzu Hilton etsin.

NYT : Ahaha çok ilginçmişsiniz. Sizi çok sevdik, ilerleyen bölümlerde size Otto diyebilir miyiz?
Otto : Tabi, zaten herkes bana Otto der. O Hollandalı çakması ismi nereden buldunuz öyle, Marco Van Basten misali? Siz de az değilmişsiniz hani, neyse sorularınıza geçebiliriz.

NYT : Sayın Aslı Hanım (Öeh, soruları Çağlayan'ın röportajından aynen alayım dedim ama bu kadarı da fazla oldu gibi), pardon Sayın Otto Bey, öteki insanlarda görüp imrendiğiniz bir özellik var mıdır?
Otto : Var.

NYT : Nedir peki?
Otto : Ciddiyet. Aslında yerine göre ciddi olabiliyorum ama o yer neresidir bulamadım hâla. Gerçi memnunum halimden, girdiğim iş veya arkadaş ortamlarında beni tanıyan suratların hemen sırıtıvermesi hoşuma gidiyor. Talihsiz, üzücü, çoğu insanın başına gelemeyecek kadar kötü çok şey yaşadım. Hepsini böyle aştım, tabi çok üzüldüm, belki ağladım ama bir şekilde toparlandım, daha da güçlendim, meşhur bir sözdeki gibi...

NYT : Pazarda satılsanız, bir ne olurdunuz? Yani en çok hangi meyve sebzeye benzersiniz? Mesela hıyar, kabak, armut gibi?
Otto : İncir! Pazardan alınınca bir tane ama eve götürülünce yüzbin tane olurum. Halbuki bu sayı narda bin, elmada birdir. Beklenmedik sürprizler, konular çıkartırım çevremdekilere.

NYT : Peki yedi ölümcül günahtan biri olsaydınız, hangisi olurdunuz?
Otto : Tövbe tövbe... Tembellik olurdum. Hatta olamazdım bile, o derece tembelim anlıyacağınız. "Zoru sevmem, imkansızı hiç beceremem" sözümü kendime şiar edinmem bu yüzdendir zaten. "İş olduğunu bilse dünyaya gelmezmiş" sözü de hakkımda en çok söylenen sözlerden biridir. Ha bir de dokuz kusurlu hareketten "Arkadan Çelme Takma" olmak istemezdim...

NYT : Kendinizi hangi oyun karakterine benzetiyorsunuz?
Otto : Prince of Yalova'daki Prensim ben. Kaybediyor, düşüyor, yılmıyor, umursamıyor, çabalamaya çalışıyor, yine kaybediyor...

NYT : Hangi oyun türlerini sever, hangilerini sevmezsiniz?
Otto : Rol yapma oyunlarını sevmem. Rol yapmak bana göre değil. Kendim olmayı tercih ederim daha çok. Tembel biri olduğumdan, aksiyon ve FPS türleri tercihimdir. Single Player olarak bitirirdim hepsini evlenene kadar. Sonrasında Married Player olarak devam etmekteyim...

NYT : Sizde anısı olan bir şarkı var mıdır?
Otto : Adı Bende Saklı.

NYT : Özel kaçtı herhalde. Soru için özür dileriz.
Otto : Yok yok, şarkının adı o; "Adı Bende Saklı" Sezen'den, gerçi siz bilmezsiniz ya neyse. Bir de Zebda'dan Qualalaradime var ama anısı neydi onu unuttum sahiden.

NYT : Bir "İyi ki" ve bir "Keşke" alabilir miyiz?
Otto : İyi ki kızım var! Bunu klişe olarak veya vicdani bir mecburiyetten söylemiyorum. Tarif edilemeyecek bir "İyi ki". İnşallah o da "İyi ki bu adam benim babam" diyebilir ömrü boyunca... Keşke kaybettiğim sevdiklerim var olmaya devam etselerdi hâla, bunun tarifi çok açık, çok kolay, keşke işte...

NYT : Bir "İyi" ve bir "Kötü" haberiniz olsaydı, ne yapardınız?
Otto : Önce iyiyi söylerdim. Geçecek zamanda kötü olan düzelebilir belki. Hani bir umut, yerse hani...

NYT :
"Ekmeğin çıksa da bayat,

Aldırma,

Yaşadığın sadece bir hayat..."

dizelerindeki hayatın anlamı nedir?
a- Hepsi
b- Hepi Topu
c- II ve IV
d- Hiçbiri
e- Hepbiri


Otto : Hiç bunları kendine dert etmeye değer mi? Şu kısacık ömürler yeter mi?..

NYT : Efendim, bize vakit ayırdığınız için tekrar teşekkür ederiz.
Otto : Ben teşekkür ederim. Bir dahaki sefere görüşmek üzere.

NYT : "Bir dahaki sefer" olmayacak, emin olun, olmayacak...
Otto : Nasıl? Lan!'"


Mikrofonlar aylar sonra yeşil bloglara dönen Night Eagle'da! Evet Nayt...